21 Haziran 2015 Pazar


Hindistan'dayız. Yanımda Muhammed ve genç bir çocuk. Özellikle Hindistan ve diğer çok uluslu, fakir ülkelerin gelişmişlik düzeyini arttırmak için düzenlenen bir konferanstayız. Her şey çok güzel gidiyor, konferansın sorunsuz bir şekilde bittiğini hatırlıyorum. Çocuklarla beraber Bollywood'u görebilmek için Bombay'e doğru kısa bir yolculuğa çıkıyoruz. Sıcak ancak boğucu olmayan bir hava var. Bu yüzden yürümek bize sorun yaratmıyor. Zaman su gibi akıp giderken, yorulduğumuzu farkedip, otele gidiyoruz. Konferansın bize ayarladığı otel, gördüğümüz kadarıyla Hindistan'ın burjuva kesimine hitap ediyordu. Cok acı bir durum, kast sisteminin uzun zaman önce çökmüş olmasına rağmen, buradaki insanlar arasındaki farklılıklar, uçurumdan farksız. Odalarımızda dinlenip, günün yorgunluğunu üzerimizden attıktan sonra, yemek yemek için bize özel hazırlanmış olan lobiye iniyoruz. Yemekler, her şey enfes... İçkiler de içilip, tatlılar da yenildikten sonra, güzel bir sohbette ardından geliyor elbette. Zaman geçtikce üç kişi olan grumuz, gecenin sonlarına doğru on kişiyi geçer olmuştu. Yeni insanlar, yeni fikirler ve bilgiler ard arda geliyordu. Artık elden ayaktan kesilip, tek odamıza dönecekken, yan masamızda oturan bayanların konuşmalarına kulak misafiri oldum. Bengal'in sınırında yapılmış olan bir sağlık merkezinden bahsediyorlardı. Yöntemlerinin çok iyi olduğunu, hatta kimyasal kullanmadan cildi gençleştirebildikleri konusunda hemfikir gibi görünüyorlardı. Bende yoksulluğun, açlığın ve sefaletin hüküm sürdüğü bu topraklarda ne derece zengin bir hastanenin olabileceğini merak edip, belki de denemek için kim bilir, oraya gitmeye karar verdim. Sabahleyin çocuklarla bu konuyu konuşacaktım. Ertesi gün olduğunda güneşin yakıcı sıcağıyla karşılaştık. Düne nazaran sokaklar yürümeye hiç elverişli değildi. Çocukları da ikna etmiştim üstelik, hastaneye gidecektik. Ancak yürüyerek değil, otobüse binecektik. E haliyle havanın bu kadar sıcak olduğu bir gün de tek akıllılar da biz değildik. Neyse, en azından tıklım tıklım olan bu otobüste oturabilecek bir yer bulabildiğimiz için mutluyduk. Bir saatlik yolculuğun ardından nihayet istediğimiz  yere ulaşabildik. Ancak şok olmuştuk! Evet, geleceğimiz yerin lüks olduğu konusunda hepimiz hemfikirdik fakat bu kadarı çok fazlaydı. Hindistan gitmiş, yerine Dubai gelmişti sanki. Biraz ötemizde duran otoparkın içinde birbirinden lüks arabalar, müşterileri daha içeri girmeden karşılayan güler yüzlü, şık hostesler ve daha nicesi... Neyse ki şaşkınlığımızı bir kenara atıp, içeriye girmek için adımlarımızı hızlandırdık. Kapıdaki hostesle karşılaştığımızda, aynı güleryüzlü ifadeyle karşılaştık. Ancak bir sorun vardı sanki, içime sinmeyen garip bir duygu... Bu insanlarda samimiyetin zerresini göremiyordum. Fakat öğrencilik yıllarımda part time çalışmanın zorluğunu bildiğimden, onlarında bir çalışan olduğunu gözönüne getirip, bu duyguları tek tek çöpe attım. Randevu almak için lobiye vardığımızda, öğrendiğimiz fiyatlar karşısında şok olduk. Bu fiyatlar neredeyse benim bir yıllık maaşıma tekabül ediyordu. Lobideki çalışansa verdiğim tepkiyi içtenlikle ve anlayışla karşılayıp, uyguladıkları yöntemde çok başarılı olduklarını dile getirdi. Kapıdan çıkan müşterileri işaret edip, parmaklarına, birbirlerinin yüzlerine nasıl hayranlıkla baktıklarını gösterdi. Sanırım bir kez olsun bunu yapabilirdim. Ve ödemeyi yaptım. İşlemleri tamamladıktan sonra bize gideceğimiz yere kadar eşlik ettiler. Bu hastane müşteriyi nasıl memnun edeceğini iyi biliyordu. Birinci kapı, ikinci kapı derken sonunda muane odalarının olduğu bölüme ulaştık. Ancak bizi up uzun bir kuyruk bekliyordu. Bu yılan misali kuyruğu takip etmeye pek hevesli olmasam da elden ne gelir, buralara kadar gelmişken üstelik, beklemeye karar verdik. O sıra yanımızdaki beyfendi, aksanından anladığım kadarıyla İngilizdi, bizimle muhabbet etmeye başladı. Bu yöntemin duyulmamış bir şey olduğunu ve ufak tefek hastalıklarından onu kurtarabileceğine inanıyordu. Artık hepimiz hemfikirdik, bütün bu varlıklı insanlar buraya tek bir şey için geliyorlardı; gençleşmek. Ve nasıl olacağını gerçekten merak ediyordum. Hatta hiçbir kimyasal kullanmadan, garipti, hemde çok. Burada bekleyeli neredeyse bir saat olmuştu ve sabrım taşmak üzereydi. Odaya giren çkmak nedir bilmiyordu. Görevliler müşterileri yatıştırmak için ellerinden geleni yapıyordu. Neyse, sonunda sıra bana geldi. Muhammed ve diğer çocuk benden sonraydılar. Ve ilerledim, ilerledim ve ilerledim. Bu bembeyaz kapının ardında beni bekleyenlerden habersiz yavaş yavaş ilerledim. Kapının, duvarların, yerlerin beyazlığına nazaran bu oda kıpkırmızıydı. Öyle bir kırmızıydı ki ruhum bu kırmızıya dayanamayıp, simsiyah oldu. Nedeniyse sedyede yatan minik ve parçalanmış çocuk bedeniydi. Saniyeler içerisinde, bütün bir gün boyunca gördüklerim gözümün önüne geldi, tüm duyduklarımsa kulaklarıma doldu. O kahkahalar, yenilenme safsataları, gençleşme hissiyatı hepsinin ardındaki gerçek dehşet vericiydi. Ben ayakta öylece hareketsiz dururken, doktor tüm rahatlığıyla kaç yaşlarında olması gerektiğini sordu. Küçük camın arkasını işaret etti ve istediğimi seçebileceğimi söyledi. Tüm bedenim tirer vaziyette, yüzüm bembeyaz olmuş bir şekilde bana gösterdiği yere doğru ilerlerken ve sanki vücudumdan tüm kanım çekiliyormuş gibi hissederken, bana gösterdiği yere doğru ilerledim ve gördüklerim karşısında tekrar dehşete düştüm. Her yaştan çocuk vardı burada. Ve beni gördüklerinde, yanan gözleri söndü hepsinin. Başları eğildi, elleri titredi... Şimdi anlıyordum. Burası, burası, gençleşmek için varlıklı bireylerin küçük ve savunmasız çocukların kaçırılıp ya da kimbilir belki satılıp, vücutlarının sömürüldüğü bir yerdi. Derhal buradan çıkmam gerekiyordu. Arkamı döndüğümde, dokturun yüzündeki sert ifadeyle karşılaştım. Yüzüme dikkatlice bakıyordu. Sanırım benim bembeyaz olmuş suratımın nedenini çözmeye çalışıyordu. ''İyi misiniz'' diye sorunca bir kaç saniye sessiz kaldım ve kendime gelmeye çalıştım. Arkadaşlarımı da alıp, buradan sorun yaşamadan çıkmam gerekiyordu. Ağzımı açıp, konuşmaya çalıştığım da ilk seferim de kekeledim. Bir kez daha... Konuşamıyordum. Doktor meraklı bakışlarıyla bana yaklaşınca, bir adım geri çekildim. Ve söyledim. ''Tuvalete, tuvalete gitmem gerek.'' diyerek, hızlı adımlarla kendimi dışarı attım. Nefes nefeseydim. Dokturun şüphelendiğini biliyordum. Muhammed beni görür görmez bir sorun olduğunu anladı. Elimle işaret etmemle ayağa kalktılar ve koşar adım beni takip ettiler. Çıkışa az kalmıştı ancak pencereden görüyordum, hava kararmıştı ve altımızda araba yokken ilerlemek çok zor olacaktı. Çıkışa çok az kalmışken, bir anons... Evet, bu benim adımdı. Bir kez, ikinci kez ve üçüncü... Adımlarım hızlandıkça, nefesim kesiliyordu. Son kapıyı da açtıktan sonra, çıkışın kapandığını gördüm. Tanrı aşkına, bir terslik olduğunu anlamışlardı. Zaten böyle ücra bir şehirde, böyle bir yerin varlığını anca bilerek ve isteyerek gelen kişiler bilebilirdi. Bu dünyada iyilikten tek bir zerre bile kalmamıştı. Arkamızdaki ayak sesleri giderek yaklaşıyordu ve hintçe bir kaç bağrışma... Hindistan'da geçirdiğim bir kaç haftanın sonunda bazı kelimelere aşinaydım. Ve bu laflarınsa durmamız gerektiğiyle ilgili olduğunu hemen anlayabildim. Yüce Tanrım, kapı kapanmış ve biz içeride kalmıştık. Fakat pes edemezdik. Muhammed bir hışımla demir kapıdan atladı, ardından da diğer çocuk. Bu sefer tek içeride kalan bendim ve gittikçe yaklaşıyorlardı. Muhammed alttan eliyle destek verip, beni demir kapının üstünden fırlattı. Atlarken bacağımı yaraladığımı biliyordum ancak şimdi bunu düşünecek zamanım yoktu. Konferansta tanıştığımız çocuk, buranın yerlisiydi. Bir süre sonra, biz onu takip eder olmuştuk. Neredeyse bir saatlik kovalamacının ardından izimizi kaybettirmiştik ancak temkini de elden bırakamazdık, hep tetikte olmalıydık. Buradaki şehirleşme çok garipti. Mahalleler çok büyük bir malikanenin içi gibiydi. Açtığımız her kapı, başka bir ailenin evine açılıyordu. Labirent demek daha doğru olurdu. Sonunda gelmemiz gereken yere varmış gibi gözüküyorduk. Çocuk, cebinden bir çakı ve birkaç tane tel çıkardı. Kapının üzerinde oynadığı kilidi birkaç dakika sonra açtı ve içeri girdik. Burası pis ve rutubetliydi. Uzun bir sürer kimsenin gelmediği belli oluyordu. Bir süre soluklanmanın ardından, çocuklara her şeyi anlattım. Ne yazık ki bu dünyada iyi insanların yanısıra çok ama çok kötü insanlar da vardı. Bu bizim engel olamayacağımız bir gerçekti. Biliyorduk. Hindistan'da yoksul ailelerin çocuklarını, kız veya erkek olarak ayırt etmeden, çocuk tacirlerine sattığını biliyorduk. Sadece Hindistan ile sınırlı kalsa keşke, bu durum tüm asya'da bilinip ancak görmezden gelinen, alalede bir şey haline gelmişti artık. Ancak benim gördüklerim, benim gördüklerim o kadar vahşice ve aşağılık bir durumdu ki görmezden gelinemezdi, yapılabilecek bir şeyler elbette olmalıydı. Tanrı Aşkına, neler diyorum ben, ne Hindistan'ı, ne Asya'sı bu yer dünyanın her tarafından, tüm gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, binlerce insanın bilerek akın ettiği bir yerdi. Ne için, ha ne için? Sırf bu dünyanın pisliğini daha uzun bir süre içlerine çekebilmek için, kanlı kontes masalını kendilerine gerçek belleyen insanların vahşeti içindi...